BAHÇEMDE Kİ ÜÇ İNCİR AĞACININ TANIKLIĞI
içimden soyunduğum gölgeler ışığa durunca kayboluyor.Ardından kırık taşlar bedenim. En derin denizlerin sahilindeyim .içimdeyim.içimin içinde ki bahçedeyim.Bir kaya bahçesindeyim.Taş duvarlarından su verilmemiş üç incir ağacının taştığı bahçemdeyim.
Tarih tanık arıyorsa
ÜÇ İNCİR AĞACI SÖYLESİN
----'Sarp dibinde Kayı ya gidelim.'dün böyle söyleniyordu Bugün ise 'Kayaköyüne gidelim ' deniyor.1923 mübadele yıllarından bu güne birçok şey değişiyor.yıllara dayanan ömürleri ile çınar ağaçlarının dibine kurulmuş kahvede yetmiş yaşın üstünde ihtiyar delikanlılar bugünü şaşkınlıkla karşılıyorlar.Biryanda çocuklarına barınak yapamama sorunu biryanda ektiği ürünün para etmeme sorunu gün günden yaşama küskünlüğü de beraberinde getiriyor.
MASALDAN MESELE
1923 Mübadele yılları.Her insanın içinde bir korku var.Savaş yılları. Bir çok aileden en az bir fert yitirilmiş.Her aile acı içinde.Savaşların bütün acılarını halka çektirirler.Bu savaşta da diğer savaşlar da olduğu gibi faturasını halka çıkaracaklar.
Selanik Türkleri yola çıktılar bile .Yaşadıkları toprakları terkedip yola koyuldular.Zorlu bir yolculuk ve yüreklerde terketmenin ve terkedilmenin burukluğu.
Sağlığında Rasos diye seslendiğimiz eşim Elif'in Selanikli Rasim dedesi göç sırasında yaşadıklarını çocukluk yıllarının heyecanı ile anlatırken mercek kalınlığında ki gözlüklerinin altına gizlenen gözleri nemlenir derin bir nefes aldıktan sonra anlatmaya devam ederdi.Masal gibi dinlerdik.'Ah çocuklar Selanikteki mutlu yılları bir daha yakalayamadık.Komşu rumlarla çok iyi anlaşıyorduk .Hiç bir sorunumuz yoktu.Şu lanet olası savaş çıkana kadar. Göç esnasında rum komşumuzun hiç erkek çocuğu olmadığı için beni tatlı dili ile kandırmış ve bir odaya kilitlemişti..Bense yola çıkan amcamlarla gitmek istiyordum.Babamı iki yaşında kaybetmiştim .Annem de evlendiği için olsa gerek amcam bana sahip çıkmış ve büyütmüştü.Amcama bağlıydım.onları yurt edinmiştim.Onları kaybetmek ikinci kez kaybetmekti.Kapıyı kırıp kaçtım.Amcama ve ailesine soluk soluğa yetiştim .Amcam da benim yokluğumu farketmiş yola koyulmuştu.Korkmuştum.Böyle bir korku ile ilk defa tanışıyordum.Amcama sarıldım.Kokladım ve ağladım.ağlamanın tadını çıkara çıkara.Bana sus diyecek kimse yoktu .Kesik kesik hıçkırıklarımla yolu arşınlıyordum .adımlarımın bu kadar büyük olduğunu ogüne kadar farketmemiştim.
olaylar birbirine nekadar çok benziyor.Aynı yıllar Güneyrdoğu anadoluda Siirt'te yaşayan benim dedemin de başından geçiyor.Techir yılları Bir ermeni çocuk unutuluyor.Dedem komşusunun çocuğuna bir zarar gelmesin diye birkaç gün evinde barındırıyor. Ticari ilişkilerinden dolayı çok iyi bildiği Suriyede ermeni çocuğun ailesini bulup teslim ediyor ve bu aile ile uzun yıllar dostlukları devam ediyor.
Harabelerin arasında dolaşırken zaman zaman seslerini duyuyorum.Ayın şavkı taş duvarlara vururken odalara dağılan huzuru hissediyorum.Siirt'te keşfettiğim ve İstanbulda kaybettiğim yıldızlar gece uykularımda yorgan gibi sarıyorlar bedenimi.Gece yetmiyor bana ve geceye yetmiyorum.Yıldız tozlarını geceye savurmak geliyor içimden.
Bir tepede oturmuş ovayı izliyorum.Ayağımın altında unutulmuş bir mezar.Likya mezarı.Hala sağlam.Harabelerdeki likya mezarlarına ilişkin bir araştırma yazısına rastlamadım.Bu kaya mezarının hemen yanında bir bizans şapeli içinde keçiler barınıyor.Tarihi bir ahır.Keçiler geceleri burada konaklarlar .Gündüzleri harabelerin içinde ve duvarların üstünde dolaşırlar harabelerin yıkılmasını hızlandırırlar. Keçiler gündüzleri dolaştıklarından dolayı severek yetiştirdiğimiz ağaç ve çiçeklerimizi korumak için tel örgülerin ardına hapsoluruz.
Hala tepedeyim.erkekler okulunun bahçesinde ovanın yapılaşmadan önceki halini görmenin şansına sahibim.Tarihe duyarlılığım bana hep şans getirmiştir.Hiç unutmam her yıl mimarlık öğrencileri kayaköye gelip büyük heyecanlarla proje üretirler Kayaköyünü yeniden tasarlar ve değiştirmeye kalkarlar.Onlara söyliyeceğim birkaç sözüm var 'Dünyanın bütün mimarları Kayaköyünü değiştiremezsiniz.Kayaköy size göründükten sonra siz değişmeye başlamışsınızdır bile.Bu imgeler ve çağrışımlar yüklü kente geldiğiniz gibi değilsinizdir. Başka bir zaman ve boyuta yolculuğunuz başlamıştır bile .Bu şimdiye kadar kendinizde var olan ve yabancı olduğunuz kendi içsel boyutunuzdur.Kendinizle yüzleşmektesiniz artık.'
Ülkemde neden iyi Mimar çıkmaz?(bu soruyu diğer sanat dallarına da adapte edebilirsiniz) diye bir soru oluşmuştu yıllar önce düşüncelerimde .Yanıtını kendimi riske atarak öğrendim ve hala kendimi riske atarak anlamaya çalışıyorum.yaratma eyleminin elmas sırrı insanın kendi iç labirentlerine seyahat etmekmiş ve edindiğimiz bilgileri kendi metafiziğimizle aynı potada eritmekmiş.İnsansal değerleri en samimi duygularla kavramak, inanmak ve inandırmakmış.
Kayaköyünü vitrin olarak kullananlar.yerel dinamikleri(aydınları sanatçıları) dikkate almayan kurum ve kuruluşların maskesi gelecekte mutlaka düşecektir.Kayaköyün medyatik konumundan yaralanıp şahsi çıkar sağlayanların kamu yararına yapılıyormuş gibi yarattıkları görüntüleri uluslararası boyutlara taşısalar bile LEVİSSİ SANAT ATÖLYESİ NİN SEYİR DEFTERİ nde her şey tüm çıplaklığı ile (belgelerle)üç incir ağacının dile gelişi şeklinde kaydedilecektir. Yıllar önce elime her geçen şiir kitabını okurken giderek seçmeci olmaya başladığımda seçtiklerimin de birbirlerine benzediğini gördüm.Yıllar önceki bu farkedişle birkaç şairi ve özelliklede bir şairi eşim le ben hemen hemen elimizden düşürmez olduk .Sanatın şiir cephesinde de aynı sorunsallar yaşanıyordu.
Kayaköyde gecenin en derin ve sessiz bir zamanında bahçede incir ağacının altında oturuyoruz ve yaprak aralarından ayın mavi ışığı süzülüp okşuyor yüzümüzü.Hiç yabancı olmadığım ışık mavi rengini yüzümüze oradan da harabelerin duvarlarına taşıyordu.Geceye her okuduğum şiir karanlığın kara deliğine çekilen sesimden arta kalanlarla yol alıyordu.Kalabalıktık.İki kişiydik ve kalabalıktık.Yalnızdık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder